Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Aralık, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Benim Sadık Yârim Kara Topraktır

Eskiden hep diğer insanlardan önde ve başarılı olmanın hayatımın gayesi olduğunu düşünürdüm. Sadece akademik başarıdan söz ettiğimi sanmayın sakın. Elbette akademik olarak da başarılı olmak isterdim ancak başarma hırslarım sadece bu konuyla sınırlı değildi. Herkesten daha iyi resim yapmak, en hızlı koşmak, en lezzetli yemeği yapmak… Kısacası her konuda başarılı olmak isterdim. Bu hedefimi gerçekleştirmek için hayatım boyunca çalışıp durdum. Geriye dönüp baktığımda bu uğraşlarımın her zaman olmasa da çoğu zaman sonuç verdiğini görüyorum. Bu yüzden hayatımı her zaman kendi istediğim gibi yaşama fırsatı buldum. Çünkü benim düşünceme göre başarılı olmak insana kendi hayatını istediği gibi yaşayabilme ve buna ek olarak diğer insanların hayatına da etki etme fırsatı sağlıyor fakat başarısız olan kişi etrafındaki insanlar tarafından yönlendirilmeye çalışılıyor. Ya da belki bu durum bana ve çevremdekilere özeldir ve genele vurmamın hiçbir mantığı yoktur, kim bilir? En azından benim deneyimle

Farklı Olmak İsteyen Kendisi Gibi Olmalıdır

Kendimi bildim bileli hep diğer insanlardan farklı olduğumu düşündüm. Yani aslında, içimde hem duygu ve düşüncelerimin hem de fiziki görünüşümün diğer insanlara benzemediğini bana dayatan bir his vardı. İlk başlarda bu his kendimi özel hissetmemi sağlasa da daha sonrasında diğer insanlarla sosyal etkileşimimi çok olumsuz etkiledi. Çünkü özel olduğumu düşündüğüm için sahip olduğum gereksiz ve boş özgüven, diğer insanlar karşısında kendimi ifade etme gücümün zayıflamasına ve onların fikirlerine önem veremememe sebep oldu. Bu sebeptendir ki lise hayatımın ortalarına kadar kalıcı ve sağlam arkadaşlıklar kuramadım. Ortaokul hayatımda diğer insanlardan üstün olduğumu düşündüğüm bir saplantı içerisindeydim. Ancak doğal olarak her zaman, her konuda birinci olmam mümkün değildi. Başarısız olduğum durumlarda da bu saplantıdan vazgeçmez, sadece kendi potansiyelimin yüzde yüzünü ortaya koymadığım için kaybettiğim yalanına sığınırdım. Aslında bu tam anlamıyla bir yalan da sayılmazdı. Çünkü kendim

Kimsen Var İken Kimsesiz Kalmak

     Ben kendi yalnızlığımı geleneksel anlayıştaki gibi “Kendiyle baş başa kalabilmek” olarak tanımlamıyorum. Benim için yalnızlık insanın kendine dâhi küsmesi ve düşünebilecek olumlu en ufak bir konu dâhi bulamamasıdır. Yani kendisiyle beraberken bile kendine küs olmak, kimsesi var iken kimsesiz kalmaktır [1] . Çünkü, benim kendimle baş başa kaldığımda düşünebileceğim ve yapabileceğim şeyler diğer insanlarla birlikteyken yapabileceklerimden çok daha fazla ve verimlidir. Aynı zamanda yalnızlığı geleneksel tanımına göre kullanacak olursam kendimi yalnız olarak tanımlayabileceğim anlar oldukça fazladır, yani neredeyse yaşadığım her an. Çünkü her insan gibi ben de Orwell’in de ifade ettiği üzere, yıldızvâri bir yalnızlık içindeyim  [2].  Yani, etrafımda onlarca hatta yüzlerce insan bile olsa kendi iç dünyamı onlara hiçbir zaman tam anlamıyla açamayacağım ve kendimi onlara tam ifade edemeyeceğim için hiçbir zaman bu yalnızlıktan kurtulamayacağımı düşünürüm.      Aynı zamanda, benim tek ba

Değişiyorum O Hâlde Varım

     Değişimden uzak bir şekilde yaşamak mümkün müdür? Yani hayatın kaçınılmazlarından olan değişime aldırmadan, değişimle yolumuz hiç kesişmeyecekmiş gibi… Eğer ‘evet’ cevabını verebiliyorsanız tebrik ederim, kendinizi kandırmakta ustasınız. Bazılarınız benim bu sözlerimin gereğinden fazla cesur olduğunu düşünebilir. Yine de bunları söyleme cesaretini kendimde görüyorum, çünkü eskiden ben de bu soruya ‘evet’ cevabı verirdim. Ama hayatımın bazı bölümlerinde o kadar hızlı ve net değişimler yaşadım ki, kendimi kandırmaya yönelik bütün uğraşlarıma rağmen bu gerçeği kendime itiraf etmek zorunda kaldım.      Değişim teriminden kastımı sorduğunuzu duyar gibiyim. Burada bahsetmeye çalıştığım değişim yaşadığım çevrenin veya insanların bana karşı tutumlarının değişimi değil. Asıl bahsetmeye çalıştığım şey çevremin ve çevremdekilerin gölgesinde kendi içimde yaşadığım, yani ruhsal ve düşünsel değişimim. Örneğin hayatımda yaşadığım en belirgin değişiklik ailemden ayrılıp üniversiteye ilk adımımı a

Asıl Özgürlük Tüm Umudu Kaybetmektir

     Ne zaman yaşam enerjim tükense, geçmişteki hatalarımı şimdi de sürdürdüğümü ve büyük bir ihtimalle gelecekte de sürdüreceğimi fark etsem, içimi bir karanlık kaplıyor. Sorguluyorum, neden diye… Geçmişteki boşa çıkmış umutlarımı düşünüp hüzünleniyorum. Üstüne üstlük geleceğe dair şu andaki umutlarımın da o eski umutlarımdan çok da farklı olmadığını fark ediyorum. İşte o zaman sorguluyorum hayatıma devam etmemi sağlayan motivasyonları. Umutlarımın gerçekleşme ihtimalini ve hepsinin boşa çıkma ihtimalini tartmaktan korkuyorum ikinci kefedekiler ağır basar diye...      Hayat hakkında şimdikinden çok daha iyimser olduğum zamanlarda yaşamaktan keyif almamı ve hayatıma devam etmemi sağlayan şeylerin beklentilerim ve umutlarım olduğunu düşünürdüm. Örneğin, istediğim bir şeyi gerçekleştiremediğimde içimde kalan burukluğu bir nebze olsun baskılamak ve hayatıma eskisi gibi devam edebilmek için, bu isteğimi ilerde gerçekleştirebileceğim günlerin geleceğine dair bir umut beslerdim. Bütün başarı

Geçti Ömür Ah ile, İçi Dolu Eyvah ile…

     Zamanın akışından bihaber olarak yani zamanın bize getirdikleri ve bizden götürdükleri üzerine düşünmeden yaşamak mümkün olabilir mi? Mesela geleceğe yönelik beklentiler ve sorumluluklar hissetmeden ya da geçmişte yaşadığımız olaylardan etkilenmeden, yaptıklarımızdan pişmanlık duymadan… Ben bunu defalarca denememe rağmen hiçbir zaman başarılı olamadım. Her denemem bana biraz daha olumsuzluk, hayatıma bir nebze daha kaos getirdi.      Bu düşüncelerimi diğer insanlarla paylaştığımda, geçmişe takılmamayı ve geleceğe karşı her zaman iyimser olmayı öğütlediler bana. Fakat bunun gerçekten başarılabilecek bir şey olduğu konusunda kararsızım. Çünkü insanın, kendi beyninin düşüncelerini ve kararlarını bile denetleyemeyecek ölçüde zavallı bir varlık olduğunu düşünüyorum. Ve yahut da ben, bu düşüncemin tek kaynağının da yine kendi beynim olduğunu bile algılama yetisine sahip değilim ve bu zavallılık durumu sadece bana özgü. Her hâlükârda ben, geçmiş ve gelecek konusundaki görüş ve düşünceler

Mutsuzluk mu Cehalet mi?

     Derler ki cehalet bir erdemdir ve bir insan bilmediği, düşünmediği müddetçe mutlu olur. Ancak ben cehaletin bir insanın mutlu olması için genel geçer bir kriter olamayacağı görüşündeyim. En azından bir insanı sırf mutlu olduğu veya düşünmediği için suçlamak bana nedense pek adil gelmiyor.      Bir insan neden yaşar? Modern dünya insanı genellikle mutlu olmak için yaşadığımız görüşünü savunuyor. Peki o zaman bir insan nasıl olur da diğerlerini, kendisi kadar çok düşünmeyenleri sırf mutlu oldukları için aşağılayabilir? Aslında bu bir eleştiriden ziyade öz eleştiridir. Bu yazdıklarıma bakmayın, çünkü benim de bazı insanları için için sırf mutlu olabildikleri için suçladığım oluyor. Örneğin geçenlerde arkadaşlarımla bir komedi filmi izledik ancak biz filmi ve filmdeki esprileri yüzeysel bulurken salondaki insanların bu denli basit esprilere kahkahalar içinde gülebilmeleri, bundan müthiş bir zevk almaları yüzünden kendime beni mutsuz eden şeyin bilmek mi bilmemek mi olduğunu sordum.   

Yaşasak mı Ölsek mi, Karar Vermek Zor

     Çoğu insan doğadaki en insani kavramı neden aklından çıkarmaya çalışıyor? Bahsettiğim kavram akıllarına geldikçe telaşa kapılıp derhâl akıllarından çıkarmak ve rutin hayatlarına devam etmek için çaba sarf ediyorlar. Hangi kavramdan bahsettiğimi anlayabildiniz mi, arkadan biri söyledi sanki, evet doğru “Ölüm” kavramı. Peki ölümü unutmak ya da hiç hatırlamamak için neden bu kadar uğraş veriyoruz? Sanırım soyut kavramları tam olarak anlamlandırmaktan âciz olan beynimizin bize bu konuda bir tanım sunamamasından dolayı korkuyoruz. Peki ya ölümü tanımlayamayan ve anlamlandıramayan insanlar olarak, sınırlı ve sona ermeye mahkûm olan hayatımızı anlamlandırmayı nasıl başarabiliriz ki? Açıkçası ben, ölümün bir gün herkesin kapısını çalacağı gerçeğini yok sayarak bunu hiçbir zaman başaramayacağımı düşünüyorum.      Âdemoğlu ölümü hatırlamaktan çok çekiniyor. Öyle ki şehirlerde mezarlık yanlarında inşaat ve yapılaşma miktarı bile çok düşük. Çünkü insanlar olarak ölümü tanımlayamadığımızdan o

Tanıdığınız Psikolog Var Mı?

    Bazı insanlar hiçbir zaman kendini tam anlamıyla huzurlu hissedemez. Başlarına gelen en güzel olaylarda bile her zaman derin bir kaygıdan doğan huzursuzluğu taşırlar. Ben de kendimi bu insanlardan biri olarak görüyorum. Bence insanın kendini bu kaygılardan arındırabilmesinin yolu bu kaygılara duyarsız kalması veya kaygılarının ve acılarının müsebbibi olarak bir günah keçisi bulmasıdır. Yine de insanın bir anlık da olsa kendini tamamen huzurlu hissedebileceği fikri saçma gelir bana. Peki ya benim ‘devamlı huzursuzluk’ fikrimin onlara ne kadar mantıklı geldiği de ayrı bir tartışma konusu. Esasında burada iki ihtimal var: Ya huzursuzluk insan tabiatının en doğal mekanizmalarından biridir ya da benim en yakın zamanda psikolojik destek almam gerekiyor…      “Tam tersi sanılır ama hayatta normal olan huzursuzluk durumudur, huzur ise çok ender yakalanan geçici anlardır. [1] ” demiş Zülfü Livaneli. Ben de kendimi bildim bileli içimde her zaman önceden gerçekleşen veya gerçekleşecek olan ol