Ana içeriğe atla

Geçti Ömür Ah ile, İçi Dolu Eyvah ile…

    Zamanın akışından bihaber olarak yani zamanın bize getirdikleri ve bizden götürdükleri üzerine düşünmeden yaşamak mümkün olabilir mi? Mesela geleceğe yönelik beklentiler ve sorumluluklar hissetmeden ya da geçmişte yaşadığımız olaylardan etkilenmeden, yaptıklarımızdan pişmanlık duymadan… Ben bunu defalarca denememe rağmen hiçbir zaman başarılı olamadım. Her denemem bana biraz daha olumsuzluk, hayatıma bir nebze daha kaos getirdi.

    Bu düşüncelerimi diğer insanlarla paylaştığımda, geçmişe takılmamayı ve geleceğe karşı her zaman iyimser olmayı öğütlediler bana. Fakat bunun gerçekten başarılabilecek bir şey olduğu konusunda kararsızım. Çünkü insanın, kendi beyninin düşüncelerini ve kararlarını bile denetleyemeyecek ölçüde zavallı bir varlık olduğunu düşünüyorum. Ve yahut da ben, bu düşüncemin tek kaynağının da yine kendi beynim olduğunu bile algılama yetisine sahip değilim ve bu zavallılık durumu sadece bana özgü. Her hâlükârda ben, geçmiş ve gelecek konusundaki görüş ve düşüncelerimi tamamen kendim kontrol edebilecek durumda olmadım. Peki ya şimdiki zamanımı kontrol edebilir miydim?

    Bunun cevabını da tam emin olmamakla beraber ‘Hayır’ olarak veriyorum. Çünkü hem geçmişteki hatalarımı tekrar etme korkusu hem de gelecekteki olaylara ve durumlara karşı duyduğum sorumluluk şimdiki zamanımı da tam olarak istediğim gibi yaşamamı engelliyor. Carlos Onetti’nin de dediği gibi “En sağır kulaklar bile, inmek, değişmek, uzaklaşmak, sağ kalmak için geçmişleri eşeleyen kumun sesini dinlemek zorundalar. [1]”. Yani, yeni bir işe başlamaya girişirken geçmişimdeki olayları hesaba katmam istemli olmaktan çok bir refleks olarak gelişiyor. Bunun sebebinin geçmişimdeki hataları yeniden yapmamaya çaba göstermem ve geçmişimdeki tecrübelerimden ve yaşanmışlıklarımdan bağımsız olarak düşünememem olduğunu zannediyorum.

    Aynı zamanda geleceğe karşı sorumluluklarım ve gelecekten beklentim da beni çok fazla etkiliyor. Hayatım boyunca hep daha başarılı olmaya çalıştım. Hep kendime hedefler koydum ya da toplum tarafından bunu yapmaya zorlandım. Bu hedefleri gerçekleştirdikçe yeni yeni hedefler belirledim. Geçmiş zamandan bahsedermiş gibi konuştuğuma aldanmayın sakın… Hala bazı hedeflerime ulaşmak için yaşıyorum, diyebilirim. “Öyle bir an gelir ki, önemsiz, anlamsız bir olay bizi uyarmaya, her şeyi olduğu gibi görmeye zorlar. [2]” diyor Carlos Onetti. Benim için o anın geldiğini düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz sene içerisinde yaşadığım bazı küçük ve çok da fazla önem atfedilemeyecek olaylar bana bunu gösterdi. Çünkü, durumumun vahametinin daha yeni yeni farkına varıyorum ve artık hedeflerim için yaşamaktan çok sıkıldığımı fark ediyorum. Hayatı biraz da kendi istediğim için ve istediğim gibi yaşamak istiyorum. Fakat bazen toplumun bana uyguladığı, bazen de benim kendi kendime uyguladığım başarılı olma baskısından nasıl kurtulacağımı henüz bilmiyorum.

    Aslında zamanın akışının getirdikleri ile ilgili endişelerin hepsinden kurtulmanın ve zamansız olarak yani zamanın değişiminden bağımsız olarak yaşamının bir yolu olabileceğini düşünüyorum. Ancak denememe rağmen bu yolu bulduğumu veya en azından böyle bir yol olduğuna kesin kanaat getirdiğimi söyleyemeyeceğim. Denemelerim genellikle geçmişi unutmaya ve düşünmemeye çalışma veya gelecekte neler olduğunu umursamama şeklinde oldu. Ancak her seferinde aldığım sonuç, geçmişteki hatalarımı yok saydığım için aynı hatalara düşüp kendime kızmam ve gelecekte olacaklara daha da çok kafa yorup huzursuz olmam şeklinde oldu.

    “Yaşarken zaman geçmiyor, bana dokunmadan geçiyor, beni değiştirmeden dokunuyor... [3]” diye bir ifade kullanıyor Carlos Onetti. Ancak bu düşünceye maalesef katılamıyorum. Çünkü benim için zaman, inanılmaz ve yetişilmesi mümkün olmayan bir hızda geçiyor. Aynı zamanda benim hayatıma dokunup benim düşünce dünyamı değiştirdiği sıklıkla oluyor. Bunu yaparken de kendine has olan geçmiş gelecek gibi kavramları kullanıyor. Benim ise zamanın beni değiştirmesine engel olmaya çalışacak ve zamanın akışına uyum sağlamaya çalışacak takatim kalmadı. Ve hatta en fazla birkaç ay daha dayanabileceğimi düşünüyorum. Ondan sonra artık anı yaşayacak kadar bile gücüm kalacağını sanmıyorum. Sonunda kendimi tamamen zamanın akışına bırakmaya karar verdim. Yunus Emre’nin de dediği gibi “Geçti Ömrüm Ah ile, İçi Dolu Eyvah ile..”.


KAYNAKÇA

[1] Onetti, Juan Carlos (2018). Alakarga Sanat Yayınları syf.63

[2] Onetti, Juan Carlos (2018). Alakarga Sanat Yayınları syf.85

[3] Onetti, Juan Carlos (2018). Alakarga Sanat Yayınları syf.59

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Özel

Hayatımın büyük bir kısmında şiirin hece-aruz benzeri ölçülerle ve uyaklarla yazılması gerektiğini düşündüm. Sanırım bu düşüncemin temelinde okulda şiir hakkında öğrendiklerim vardı. Gittiğim hiçbir okulda bir şiiri anlamlandırmaya çalışmak zorunda bırakılmadım. Bu yüzden de şiir hakkında bildiklerim sadece ölçü ve uyaklarını yorumlamaktan ibaretti. Her ne kadar eğitim sistemi bu konuda kabahatli olsa da bütün suçu bu şekilde üzerimden atmam da mümkün değil. Çünkü ben hayatım boyunca düz ve duygusuz takıldım; bu yüzden de hayatımda düz yazıyı şiirin önünde tutmam kaçınılmazdı. Sonuçta insan kendi doğrularını dış dünyanın somutluğu içinde bulursa şiire yüz vermezdi [1] . Onlarca roman-makale okumuşluğum olsa da lise sonlarına doğru elime geçen ‘Dualar ve Aminler’ kitabı ve ‘Safahat’ okumalarım dışında şiire pek fazla ilgi duymamıştım. Fakat şiirle ilgili görüşlerimi değiştiren daha doğrusu olgunlaştıran kişi İsmet Özel oldu.  İsmet Özel’in ismi lise zamanlarımda kulağıma çalınmıştı.

Kimsen Var İken Kimsesiz Kalmak

     Ben kendi yalnızlığımı geleneksel anlayıştaki gibi “Kendiyle baş başa kalabilmek” olarak tanımlamıyorum. Benim için yalnızlık insanın kendine dâhi küsmesi ve düşünebilecek olumlu en ufak bir konu dâhi bulamamasıdır. Yani kendisiyle beraberken bile kendine küs olmak, kimsesi var iken kimsesiz kalmaktır [1] . Çünkü, benim kendimle baş başa kaldığımda düşünebileceğim ve yapabileceğim şeyler diğer insanlarla birlikteyken yapabileceklerimden çok daha fazla ve verimlidir. Aynı zamanda yalnızlığı geleneksel tanımına göre kullanacak olursam kendimi yalnız olarak tanımlayabileceğim anlar oldukça fazladır, yani neredeyse yaşadığım her an. Çünkü her insan gibi ben de Orwell’in de ifade ettiği üzere, yıldızvâri bir yalnızlık içindeyim  [2].  Yani, etrafımda onlarca hatta yüzlerce insan bile olsa kendi iç dünyamı onlara hiçbir zaman tam anlamıyla açamayacağım ve kendimi onlara tam ifade edemeyeceğim için hiçbir zaman bu yalnızlıktan kurtulamayacağımı düşünürüm.      Aynı zamanda, benim tek ba