Ana içeriğe atla

Asıl Özgürlük Tüm Umudu Kaybetmektir

    Ne zaman yaşam enerjim tükense, geçmişteki hatalarımı şimdi de sürdürdüğümü ve büyük bir ihtimalle gelecekte de sürdüreceğimi fark etsem, içimi bir karanlık kaplıyor. Sorguluyorum, neden diye… Geçmişteki boşa çıkmış umutlarımı düşünüp hüzünleniyorum. Üstüne üstlük geleceğe dair şu andaki umutlarımın da o eski umutlarımdan çok da farklı olmadığını fark ediyorum. İşte o zaman sorguluyorum hayatıma devam etmemi sağlayan motivasyonları. Umutlarımın gerçekleşme ihtimalini ve hepsinin boşa çıkma ihtimalini tartmaktan korkuyorum ikinci kefedekiler ağır basar diye...

    Hayat hakkında şimdikinden çok daha iyimser olduğum zamanlarda yaşamaktan keyif almamı ve hayatıma devam etmemi sağlayan şeylerin beklentilerim ve umutlarım olduğunu düşünürdüm. Örneğin, istediğim bir şeyi gerçekleştiremediğimde içimde kalan burukluğu bir nebze olsun baskılamak ve hayatıma eskisi gibi devam edebilmek için, bu isteğimi ilerde gerçekleştirebileceğim günlerin geleceğine dair bir umut beslerdim. Bütün başarısızlıklarıma rağmen yaşamaya ümitli ve mutlu devam edebilmemi sağlayan şey de buydu zaten. Peki bu kadar umut etmene rağmen beklentilerinin kaç tanesi gerçekleşti derseniz, inanın sayacaklarım bütün beklentilerimin yanında çok gülünç kalır.

    Geçmişi bugünden ayıran tek şeyin iyi bir gelecek ihtimali olduğunu savunuyor Sinem Ataklı. [1] Açıkçası ben onun kadar iyimser değilim artık. Yaşadıklarım bana öğretti ki insanın umudu ne kadar büyük ise yaşanan hayal kırıklığı bir o kadar büyük oluyor. Üstelik umutlar hayat kötü gittiğinde yaşanan hayal kırıklığını artırmanın yanı sıra her şey ümit edildiği gibi gittiğinde de insanın alacağı hazzı azaltıyor. Sanırım bu insan beyninin işleyişi ile de ilgili biraz. Hoşnut olma beklentimiz ne kadar yüksek ise hoşnutluğumuz o kadar azalıyor. Bu yüzden hesapta olmayan sürprizler veya ikramlar daha mutlu ediyor bizi, planlanmış mutluluklardansa… İşte bu sebeplerden ötürü gelecekle ilgili umutlarımı olabildiğince sınırlamaya çalışır oldum. En azından hayatın umutlarımdaki gibi olmayacağını kabullendim. Bence gerçek özgürlük işte burada başlıyor. Umutlarımızın zincirleri bizleri şimdiye bağlıyor. Oysa gerçekten özgür olmanın yolu tüm umudu kaybetmekten geçiyor. [2]

    İşte insan bu gerçeklerin farkına varınca beklentiler içine girmekten çekiniyor. Ancak kendisini hakikate ulaştıracak ve insan olduğumu hatırlatacak şeyin de umut etmesi ve bunun sonucu oluşan hayal kırıklığını tatması olduğunu da unutmaması gerekiyor insanın. Gerçekten de yaşım büyüdükçe ve olgunlaştıkça beni ben yapan şeylerin özellikle tecrübe ve birikimlerimin çoğunu hayal kırıklıklarım sayesinde kazandığımı anladım. Ayrıca her ne kadar umudu ve onun getirdiklerini küçümsesem de insan umut etmeden yapamıyor. Atalarımızın da dediği gibi dağ başı dumansız, er başı hayalsiz olmuyor.

    Örneğin ölüm sonrasını düşünelim. Öldükten sonra zihnimizin nereye gideceğine dair tek emin olabildiğimiz şey doğmadan önce neredeyse oraya gideceği. Bana göre en materyalist olanımız dahi içinde -kendine itiraf edemese de- ölümden sonrasında olacaklar için bir umut taşıyor. Aksi hâlde materyalizme gönül vermiş kardeşlerim tarafından tanımlanmış bir ölüm kavramının gerçekten böyle düşünen insanları çıldırtması gerekir. Bu yüzden “Umut bazen gizlenir ve genellikle gizli olanlar en güçlüleridir. [3]” sözüne tamamen katılıyorum ve bu gizlenen umudun ölümden sonrası için olduğunu düşünüyorum. Bu umutlar o kadar güçlüdür ki insanı hayata katlanabilecek ve yaşamayı göze alabilecek kadar güçlü yapar.

    Bu yazdıklarımın içine kendimi katmadığımı düşünmeyin sakın. Çünkü beklentilerimin büyük bir çoğunluğunun gerçekleşmemiş olması beni de ölüm sonrası beklentilerim için büyük bir kaygıya itiyor. Çünkü, dünyevi beklentilerimi çok fazla kafama taktığım zaman asıl önemli olanı, yani ölümden sonrasını düşünmeyi, orası için de umut etmeyi ve bu umutları gerçekleştirmek için çalışmayı ihmal ettiğimi fark ettim. Hatta belki de dünyadaki beklentilerim için bu kadar çalıştığım hâlde başarılı olamıyorsam öldükten sonra beklentilerime hiç çalışmadan ulaşacağımı umut etmem bile saçma… Sanırım bu umutlarımın sonucunun ne olacağını ölümü yaşamadan, sonrasında neler olduğunu ve hatta ölümden sonra bir şey olup olmadığını görmeden kestirmek imkânsız. Yine de yaşıyorsak hâlâ umut var demektir. [4]


KAYNAKÇA

[1] Ataklı, Sinem (2018). Proje 2417. Epsilon Yayınları syf.78

[2] Fincher, David (1999). Fight Club. 20th Century Studios

[3] Ataklı, Sinem (2018). Proje 2417. Epsilon Yayınları syf.82

[4] Seneca (2017). Tanrısal Öngörü. Yakamoz Yayınları syf.98 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaşasak mı Ölsek mi, Karar Vermek Zor

     Çoğu insan doğadaki en insani kavramı neden aklından çıkarmaya çalışıyor? Bahsettiğim kavram akıllarına geldikçe telaşa kapılıp derhâl akıllarından çıkarmak ve rutin hayatlarına devam etmek için çaba sarf ediyorlar. Hangi kavramdan bahsettiğimi anlayabildiniz mi, arkadan biri söyledi sanki, evet doğru “Ölüm” kavramı. Peki ölümü unutmak ya da hiç hatırlamamak için neden bu kadar uğraş veriyoruz? Sanırım soyut kavramları tam olarak anlamlandırmaktan âciz olan beynimizin bize bu konuda bir tanım sunamamasından dolayı korkuyoruz. Peki ya ölümü tanımlayamayan ve anlamlandıramayan insanlar olarak, sınırlı ve sona ermeye mahkûm olan hayatımızı anlamlandırmayı nasıl başarabiliriz ki? Açıkçası ben, ölümün bir gün herkesin kapısını çalacağı gerçeğini yok sayarak bunu hiçbir zaman başaramayacağımı düşünüyorum.      Âdemoğlu ölümü hatırlamaktan çok çekiniyor. Öyle ki şehirlerde mezarlık yanlarında inşaat ve yapılaşma miktarı bile çok düşük. Çünkü insanlar olarak ...

Özel

Hayatımın büyük bir kısmında şiirin hece-aruz benzeri ölçülerle ve uyaklarla yazılması gerektiğini düşündüm. Sanırım bu düşüncemin temelinde okulda şiir hakkında öğrendiklerim vardı. Gittiğim hiçbir okulda bir şiiri anlamlandırmaya çalışmak zorunda bırakılmadım. Bu yüzden de şiir hakkında bildiklerim sadece ölçü ve uyaklarını yorumlamaktan ibaretti. Her ne kadar eğitim sistemi bu konuda kabahatli olsa da bütün suçu bu şekilde üzerimden atmam da mümkün değil. Çünkü ben hayatım boyunca düz ve duygusuz takıldım; bu yüzden de hayatımda düz yazıyı şiirin önünde tutmam kaçınılmazdı. Sonuçta insan kendi doğrularını dış dünyanın somutluğu içinde bulursa şiire yüz vermezdi [1] . Onlarca roman-makale okumuşluğum olsa da lise sonlarına doğru elime geçen ‘Dualar ve Aminler’ kitabı ve ‘Safahat’ okumalarım dışında şiire pek fazla ilgi duymamıştım. Fakat şiirle ilgili görüşlerimi değiştiren daha doğrusu olgunlaştıran kişi İsmet Özel oldu.  İsmet Özel’in ismi lise zamanlarımda kulağıma çalınmı...

Tanıdığınız Psikolog Var Mı?

    Bazı insanlar hiçbir zaman kendini tam anlamıyla huzurlu hissedemez. Başlarına gelen en güzel olaylarda bile her zaman derin bir kaygıdan doğan huzursuzluğu taşırlar. Ben de kendimi bu insanlardan biri olarak görüyorum. Bence insanın kendini bu kaygılardan arındırabilmesinin yolu bu kaygılara duyarsız kalması veya kaygılarının ve acılarının müsebbibi olarak bir günah keçisi bulmasıdır. Yine de insanın bir anlık da olsa kendini tamamen huzurlu hissedebileceği fikri saçma gelir bana. Peki ya benim ‘devamlı huzursuzluk’ fikrimin onlara ne kadar mantıklı geldiği de ayrı bir tartışma konusu. Esasında burada iki ihtimal var: Ya huzursuzluk insan tabiatının en doğal mekanizmalarından biridir ya da benim en yakın zamanda psikolojik destek almam gerekiyor…      “Tam tersi sanılır ama hayatta normal olan huzursuzluk durumudur, huzur ise çok ender yakalanan geçici anlardır. [1] ” demiş Zülfü Livaneli. Ben de kendimi bildim bileli içimde her zaman önceden gerçekleşen ve...