Ana içeriğe atla

Özel


Hayatımın büyük bir kısmında şiirin hece-aruz benzeri ölçülerle ve uyaklarla yazılması gerektiğini düşündüm. Sanırım bu düşüncemin temelinde okulda şiir hakkında öğrendiklerim vardı. Gittiğim hiçbir okulda bir şiiri anlamlandırmaya çalışmak zorunda bırakılmadım. Bu yüzden de şiir hakkında bildiklerim sadece ölçü ve uyaklarını yorumlamaktan ibaretti. Her ne kadar eğitim sistemi bu konuda kabahatli olsa da bütün suçu bu şekilde üzerimden atmam da mümkün değil. Çünkü ben hayatım boyunca düz ve duygusuz takıldım; bu yüzden de hayatımda düz yazıyı şiirin önünde tutmam kaçınılmazdı. Sonuçta insan kendi doğrularını dış dünyanın somutluğu içinde bulursa şiire yüz vermezdi [1]. Onlarca roman-makale okumuşluğum olsa da lise sonlarına doğru elime geçen ‘Dualar ve Aminler’ kitabı ve ‘Safahat’ okumalarım dışında şiire pek fazla ilgi duymamıştım. Fakat şiirle ilgili görüşlerimi değiştiren daha doğrusu olgunlaştıran kişi İsmet Özel oldu. 

İsmet Özel’in ismi lise zamanlarımda kulağıma çalınmıştı. Hatta bir ortamda ‘Amentü’ şiirine denk gelmiştim ancak kendisi hakkında fazla bir bilgim yoktu. Kim olduğunu ve şiirlerini araştırmam üniversitede katıldığım bir öğrenci topluluğu sayesinde oldu. Bir arkadaşımın tavsiyesiyle yine ‘Amentü’ şiirini ilk defa dikkatle okuduğumda daha doğrusu dinlediğimde hiçbir şey anlamamıştım. Bu anlamlandıramama ve benim ölçü-uyak konusundaki fikirlerimle taban tabana zıt bir şiir anlayışı beni bir daha kendisini dinlemekten alıkoyuyordu. Ancak bulunduğum ortamlarda düşüncelerinin tartışılması ve benim herhangi bir bilgimin olmayışı beni bu tartışmaların dışında bırakıyordu. Bu yüzden İsmet Özel hakkında araştırmalar yapmaya başladım. İsmet Özel’in fikirlerini okudukça bana fazlasıyla tanıdık geldiğini fark ettim. Bahsettiğim fikirlerin çoğu benim aklımda yer etmiş çocuksu sayabileceğim ve varlığını kendime bile itiraf etmediğim düşüncelerdi. Peki bu tanıdıklığın kaynağı neresiydi? “Annem benim için dua eder, cümle ümmet-i Muhammed'in çocukları diye de eklerdi. Ben yerimi annemden öğrendim.” şeklinde bir tespit yapıyor İsmet Özel. Benim annem de beni benzer şekilde konumlandırırdı. Acaba Dünya görüşünün bana bu kadar yakın gelmesinin sebebi yerimizin aynı olmasından mı kaynaklanıyordu? Yahut babam da sıkı bir İsmet Özel okuyusu olduğu için babamın fikirlerinde rastladığım benzeşmeler mi bana bu duyguyu hissettiriyordu? Sebebi ne olursa olsun bu durum şiirlerine olan ilgimi de artırdı ve kendisine bir şans(!) vermeye karar verdim. Farklı şiirlerini dinledikçe bahsettiğim benzer düşüncelerin şiirlerinde de yer ettiğini gördüm. Kendisinin şiir anlayışını bugün bile tam anlamıyla anladığımı söyleyemeyeceğim ancak o zamana kadar duyduğum ve okuduğum şiirlerden tamamıyla ayrıldığı çok açıktı.

İsmet Özel’in şiirleri üzerine arkadaşlarım ile sohbet ederken mısraların ne anlama geldiğini konuşurduk. Mesela bir arkadaşım Amentü şiirindeki “Bir eylül günü bilek damarlarımı kestiğim zaman bu söz asıl anlamını kavradı”[2] dizesini eylülün yorgunluğu, bilek damarlarını kesmenin de bir vazgeçiş ve kaçışı yansıttığı şeklinde yorumlamıştı. Ancak bu yorumlamalar bir süre sonra bana biraz anlamsız gelmeye başlamıştı. Bu şekilde tamlama-kelime tahlili İsmet Özel şiirleri için uygulanabilir değildi sanki. İşte bu bağlamda İsmet Özel’in ‘Şiir Okuma Kılavuzu’ kitabının bana öncülük edebileceğini düşündüm. Kitapta geçen “Şiir kelime sanatı değildir.”[1] cümlesi ve devamında anlatılanlar da benim düşüncemi tasdikler şekildeydi. Sonrasında fark ettim ki İsmet Özel şiirlerinde mısraların anlamını kelime veya cümle bazında tahlil etmeye çalışmak hiçbir fayda sağlamıyordu. Örneğin bir şiirinde “Milli şefin treni niçin beyaz? [2]” şeklinde bir sorgulama vardı. Bu soruya herkes benzer veya tamamen farklı cevaplar verse de bir okuyucusu kendisine bu soruyu sorduğunda Özel “yapmayın” diyerek sorunun anlamsızlığını belirtip bu soruyu cevapsız bırakıyor. Çünkü bence de şiiri açıklayan tek şey şiirdir ve şiir olmalıdır, herhangi başka bir şekilde açıklama üretmeye çalışmak şiire çok şey kaybettirir [3].

Özel ile tanışıp şiir tarzına alıştıktan sonra benzer tarzda atfedebileceğim diğer şairlerden de okuma yapma fırsatı buldum. Ancak hiçbiri bende bu kadar büyük etki uyandırmadı diyebilirim. İsmet Özel’in öyle mısraları var ki hayatımın akışını ve aldığım kararları değiştirebilecek kadar güçlü. Son zamanlarda bana en çok etki eden mısralardan birini de kapanış olarak bırakayım. “Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti? Demedim dilimin ucuna geleni her ne ise. Vay ki gençtim, ölümle paslanmış buldum sesimi. [4]”.




[1] Özel, İsmet (2011). Şiir Okuma Kılavuzu. Şule Yayınları.

[2] Özel, İsmet (2012). Erbain. Tiyo Yayınevi.

[3] Cansever, Edip (2017). İzdiham - Sayı 29. İzdiham Dergisi.

[4] Özel, İsmet (2012). Bir Yusuf Masalı. Şule Yayınları.

Yorumlar

  1. bari şiir okurken "okuma yapmak" tabirini kullanma üstad:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bir nebze şuradan aldığım bir tabirdi "okuma yapmak":
      https://www.youtube.com/watch?v=HQNWhBC-ofg

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Geçti Ömür Ah ile, İçi Dolu Eyvah ile…

     Zamanın akışından bihaber olarak yani zamanın bize getirdikleri ve bizden götürdükleri üzerine düşünmeden yaşamak mümkün olabilir mi? Mesela geleceğe yönelik beklentiler ve sorumluluklar hissetmeden ya da geçmişte yaşadığımız olaylardan etkilenmeden, yaptıklarımızdan pişmanlık duymadan… Ben bunu defalarca denememe rağmen hiçbir zaman başarılı olamadım. Her denemem bana biraz daha olumsuzluk, hayatıma bir nebze daha kaos getirdi.      Bu düşüncelerimi diğer insanlarla paylaştığımda, geçmişe takılmamayı ve geleceğe karşı her zaman iyimser olmayı öğütlediler bana. Fakat bunun gerçekten başarılabilecek bir şey olduğu konusunda kararsızım. Çünkü insanın, kendi beyninin düşüncelerini ve kararlarını bile denetleyemeyecek ölçüde zavallı bir varlık olduğunu düşünüyorum. Ve yahut da ben, bu düşüncemin tek kaynağının da yine kendi beynim olduğunu bile algılama yetisine sahip değilim ve bu zavallılık durumu sadece bana özgü. Her hâlükârda ben, geçmiş ve gelecek konusundaki görüş ve düşünceler

Kimsen Var İken Kimsesiz Kalmak

     Ben kendi yalnızlığımı geleneksel anlayıştaki gibi “Kendiyle baş başa kalabilmek” olarak tanımlamıyorum. Benim için yalnızlık insanın kendine dâhi küsmesi ve düşünebilecek olumlu en ufak bir konu dâhi bulamamasıdır. Yani kendisiyle beraberken bile kendine küs olmak, kimsesi var iken kimsesiz kalmaktır [1] . Çünkü, benim kendimle baş başa kaldığımda düşünebileceğim ve yapabileceğim şeyler diğer insanlarla birlikteyken yapabileceklerimden çok daha fazla ve verimlidir. Aynı zamanda yalnızlığı geleneksel tanımına göre kullanacak olursam kendimi yalnız olarak tanımlayabileceğim anlar oldukça fazladır, yani neredeyse yaşadığım her an. Çünkü her insan gibi ben de Orwell’in de ifade ettiği üzere, yıldızvâri bir yalnızlık içindeyim  [2].  Yani, etrafımda onlarca hatta yüzlerce insan bile olsa kendi iç dünyamı onlara hiçbir zaman tam anlamıyla açamayacağım ve kendimi onlara tam ifade edemeyeceğim için hiçbir zaman bu yalnızlıktan kurtulamayacağımı düşünürüm.      Aynı zamanda, benim tek ba